Denizde Arama Kurtarma

Aranıp Kurtarılacak mıyız?
Tekne transferi yaparken (Ekim, 2003) yardım istediği halde kurtarılamayarak teknesiyle kaybolan arkadaşımız Ömer Özuzun’un yaşadıklarından yola çıkarak arama kurtarmanın halini ve amatör denizcilerin durumunu gözden geçiren bir yazı yazmıştım, Yelken Dünyası’nın Ocak 2004 sayısında. Sonrasında, Sahil Güvenlik Komutanlığı-Amatör Denizcilik Federasyonu ve Ataköy Marina işbirliği ile 25 Şubat 2004’te Ataköy’de denizcilerin katılımıyla düzenlenen toplantıda SGK komutanı da arama-kurtarma faaliyetleri hakkında bilgi vermiş, soru alınacağı söylenmesine rağmen sorular yazılı alınmış (en fazla dört soru), bildik “resmi cevaplar” aylar sonra (bana 10 Mayıs 2004!) yazılı gönderilmişti. 25 Şubat’taki toplantıyı değerlendiren DSTİ sitesinde yayımlanan SGK Toplantısının Ardından başlıklı yazımı da ilgisi nedeniyle bu yazıdan sonraya koydum. Yazı sırası şöyle:

•Aranıp Kurtarılacak mıyız? Yelken Dünyası, Ocak 2004.

•Sahil Güvenlik  Toplantısının Ardından, dsti@yahoogroups.com, Şubat 2004.   

•Ben Gidiyorum, Ömer Özuzun’un Anısına,  Yelken Dünyası, Ekim 2005.

İçinde Tuzla ve Tersane Kelimeleri Geçmeyen Yazılar

Yazı tersane bölgelerindeki kazaların/iş koşullarının neden en ufak bir şekilde denizcilik/yatçılık dergilerinde yer almadığını sorguluyor (2008). Giderek artan teknelerin muhteşemliği veya üreticilerin “başarısı” ile dolu haberlere rağmen bu konudaki “sessizlik”  günümüzde de sürüyor.

İster özel tekne üretsin, ister gemi buradaki durumun vehametini kamuoyuna ulaştırmak, bu konuda hazırlanmış raporları okuyuculara duyurmak, mümkünse “tarafların” görüşlerini aktarmak, gösterime giren belgeselin haberini vermek, yani “insan hayatı” konusunda denizcilik dergilerinden hassasiyet beklemek nafile midir? Çalışma ekonomisi uzmanı 110 öğretim üyesi “Tuzla’daki ölümlere seyirci olmak istemiyoruz. Biz katkıya hazırız.” (Radikal 15.06) derken dergilerin de katkıda bulunacakları bir “seviye” yok mudur?

En iyi ihtimalle söylersek bu konudaki empati yokluğunu, temassızlığı, kaygısızlığı, soğukluğu, seyirci kalmayı neye bağlayabiliriz? Olan-bitene ilişkin hiçbir insani endişe ve sorumluluk taşımayan, sadece tüketime kıymet veren  bir duruş mudur bu?

Denizcilikle, teknelerle ilgili onca haber içinde (malzeme, teknoloji, üretim) bunca tekneyi yapan emeğin, insan hayatının  malzeme, alet-edevat,  ekipman,  yarış… kadar değeri yok mudur? Denizcilik Bayramı (1 Temmuz) kutlamalarında denizcilikteki gelişmelerden söz ederken bunları da hatırlayan (yazılar) çıkar mı?

|

Fırtına Nerede?

Hangi deniz, hangi rüzgâr, hangi “haber” buluşturur bizi?

Denizdeki her olay denizi, denizciliği tanımak, tanıtmak için bir fırsattır ama bunun gerçekleşmesi konuya yaklaşıma ve eklenecek bilgilere bağlıdır.

2006’da yaşanmış bir kaza dolayısıyla haberlerin ele alınışını, bilginin kaybolmasını, magazinleştirilmesini ve gittikçe kaybolan amatör ruhu ele alan bir değerlendirme…

Birçok göstergeye bakarak ülkemizde denizciliğe olan ilginin, denize açılan insan ve tekne sayısının giderek arttığı söylenebilirse de genel olarak bu artışın denizcilik kültürünü incelttiğini, ona yeni “değerler” kattığını söylemek oldukça zor.

Denizciliğin daha dar alanlardan çıkıp giderek yaygınlaşmasından söz edeceksek canlı, ufku açık, her bindiği teknenin şarkısını söylemeyen kendi değerleri ve kimliği billurlaşmış amatör ruhlu bir denizcilik kültürü için mevcut veya oluşmaya başlayan kimi değerleri sorgulamamız, bu alandaki olumlu mirasa sahip çıkmamız gerekir. Çok sayıda parametreden (tekne, eğitim, kurum, yayın -kitap, dergi, gazete-, sporcu, yarış, sponsor vb.) farklı örnekler vermek mümkün ama çok daha sıradan birkaç örnekle konuya gireyim.

Tekne sayısı arttıkça usturmaçalarını üzüm salkımı gibi sarkıtarak seyreden tekne sayısının artması; liman içinde VHF telsizlerinin 1 watt değil de 25 watt çıkış gücünde kullanılarak herkesin rahatsız edilmesi sıradan bilgilerin bile “içselleştirilemediğini” gösteren örnekler. Bir değerin oluşabilmesi, kalıcılaşması için sadece bilgiye sahip olmak yetmiyor, o bilginin “içselleştirilmesi” de gerekiyor. Doğaldır ki bu alandaki gelişmeler denizdeki yağmurla, fırtınayla gelip yerleşmiyor, ülkenin kültüründeki olumlu ve olumsuz (zaafları, eksiklikleri…) yönleri, gelişmeleri bünyesinde taşıyor, yansıtıyor. Ayrıca denizcilik adına yapılan her şey iyidir gibi ilkesiz, ölçüsüz bir anlayışın yaygınlığı da bunu pekiştiriyor. Örneğin “Türkiye Yelken Açtı” başlığıyla gazetemiz (Milliyet Pazar, 4 Haziran) 2 tam sayfa haber yapıyor ama muhabir yaptığı röportajların yönlendirmesiyle (!) amatör denizci belgesiyle “şilep” kullanılabileceğini yazıyor.

Denizcilik alanındaki gelişmeleri, tartışmaları her açıdan değerlendirmek, eleştirmek, denizciliğin ufkunu açacak yerel ve evrensel kuralların, değerlerin, referansların belirginleştirilmesini, sindirilmesini sağladığı gibi amatör bir ruhu kaybetmeden filizlenmekte olan denizcilik dilinin, kimliğinin ve sonucunda kültürünün sınırlarını çizebilir.

Ölüme Götüren Çapa mı?

Balık tutmak için 7 metrelik bir tekneyle Florida’dan Meksika Körfezi’ne açılan, hepsi de sporcu dört genç arkadaşın hikâyesi “4’te 1”. Basit bir hata sonucu alabora olan teknedeki 4 denizciden üçü hipotermi sonrası hayatını kaybeder. Kurtarılan arkadaşları zor olan bir şeyi yapar ve dört arkadaşın yaşadıklarını dile getiren bir kitap yazar. Sıradan hataların/eksikliklerin/bilgilerin denizde insan hayatına malolabileceğini göstermesi, hipotermi sürecini birebir anlatması, hataları sıralaması/sorgulaması nedeniyle hayli öğretici ve bilgilendirici bir kitap “4’te 1”. “Sadece bir hayatta kalma hikâyesi değil, dostluğa, azme ve cesarete dair de bir hikâye.”