“Amatör Denizciler” Değil “Uzak Yol Denizcileri” Anıtı
İstanbul Kalamış’ta “Sadun-Oda Boro ve Amatör Denizciler Anıtı” adıyla Mayıs 2011’de açılan, araçsal bir zihniyetin ürünü olan anıt Boroların sembolik anlamlarını sıradanlaştırdığı gibi, tartışmalı yönleriyle de (anıtın adı, yeri, temsil gücü, yer alanların seçim kıstasları…) amatör denizciliğe bir değer kat(a)mıyor ne yazık ki. Konunun ayrıntıları aşağıdaki yazılarda.
“Sembollerin Kaybı ve Amatör Denizciler Anıtı” ve devamındaki yazılar bir anlamda amatör denizciliğimizde değişen/gelişen değerlerin halini sorgulayan yazılar olarak da okunabilir. Yazı yayımlandıktan sonra verilen yanıtlara/sorulara cevaplar “Kısmet’in Yekesi” yazısında yer alıyor.
Üçüncü yazı dünyayı dolaşan ama ne hikmetse Kalamış’taki anıtta ismi yer almayan Ayfer Er’in durumunu, anıtta yer almanın kıstaslarını sorguluyor. Anıtın “Bilgi Akışı ve Arşiv Çalışması”nı yapan Turgay Noyan “Dünyayı dolaşan kadın denizcimiz diye Sabah gazetesinde/Naviga dergisinde haber yaptığı halde Ayfer Er’e anıtta yer vermemiş… “Dünyayı dolaşan kadın denizcimiz Ayfer Er…” yazısından sonra, ne Turgay Noyan bir açıklama yaptı, ne de “anıtseverler” bir sorumluluk duydu. Bugüne kadar da değişen bir şey olmadı.
Yazılarda ileri sürdüğüm birçok nedenden dolayı hiç olmazsa anıtın adının “uzak yol denizcileri anıtı” diye değiştirilmesini de önermiştim. Artık anıttaki rölyeflere “profesyonel denizciler” de eklendiği için adı değiştirilmese de anıtın “Uzak Yol Denizcileri Anıtı” olarak anılması daha doğru olur.
Sadun Abi anıtla ilgili daha sonra şunları yazdı:
“…Meğer bizim heykel yapılıyormuş! Turgay Noyan’ı aradım ve ‘ne haltlar karıştırıyorsunuz anlat bakalım’ deyince artık olan oldu deyip, tüm hikâyeyi anlattı. Zaten heykel bitmek üzereymiş, Mayısta açılacakmış bile. Şaşırdım, bir tuhaf oldum. Ömür boyu bu tip olaylardan her zaman kaçındım, kesinlikle onaylamadım… Diğer taraftan bir kurt içimi kemiriyor: Hakikaten böyle bir anıta layık mıydık, fazla mı abartıldı? Bu da bana bir eziklik hissi veriyor, önünden geçmeye sıkılıyorum.”
(Sadun Boro, Bir Misyon Bir Ömür, Naviga, Ağustos 2011)
(Ekim 2021)
Aşağıdaki yazılar:
•“Amatör Denizciler” Değil “Uzak Yol Denizcileri” Anıtı, Ekim 2021
•Sembollerin Kaybı ve Amatör Denizciler Anıtı, denizciler@yahoogroups.com, 26 Mayıs 2011.
• Kısmet’in Yekesi…denizciler@yahoogroups.com, 2 Haziran 2011.
• Dünyayı Dolaşan Kadın Denizcimiz Ayfer Er… (Niye Anıtta Yok?) denizciler@yahoogroups.com,15 Ağustos 2011.
Sembollerin Kaybı ve Amatör Denizciler Anıtı
Sadun ve Oda Boro’nun, 10.5 metrelik Kısmet’le yaptıkları ve Pupa Yelken kitabı ile ölümsüzleşen dünya turu (1965-68) serüveni ülke çapında büyük ilgi gördü, yankılandı ve denizseverler için sembol haline geldi. Borolar’ın turu sadece bir denizcilik başarısı değildi, kapalı bir toplumun gözünü “dünyaya açtı”.“Barbaros Hayreddin Paşa’dan sonra hiçbir Türk denizcisi Sadun Boro kadar sevilmedi ve tanınmadı” der Necati Zincirkıran.
Kısmet’in dünya seyahatiyle denizciliğe yönelik toplumsal ilgi/heves doruk noktasına ulaşsa da zamanla kayboldu. Nitekim Borolar’dan 20 yıl sonra bile dünya turunu tamamlayan ikinci bir amatör denizcimiz yoktu. Bu toplumsal hevesin/ilginin tüketilmesinin başlıca nedenleri olarak sayılabilecek mevzuat/bürokrasi/kurumlar/kulüpler/temsilciler/dil/tekne üretimi/alt yapı vb. gibi yetersizlikler günümüzde de varlığını sürdürüyor. Amatör/sportif denizciliğimizin gelişmesi /zenginleşmesi bu yetersizliklerin ortaya konulması/sorgulanması ve aşılması ile mümkün olabilir. Ama gidişata bakıldığında ümit verici gelişmelerden söz etmek zor.
Yarım Asırlık Kısmet, Oluverdi Kismet !
Sadun Boro, geçtiğimiz yıl değişen mevzuat gereği kayıt için Bağlama Kütüğü’ne müracaat ettiğinde “bu isim daha önce başka tekneye verildi” gerekçesiyle Kısmet’in adı değiştirildi, sessiz sedasız ı harfi i yapıldı ( deniz hukukçularının “ucube” dediği Denizcilik Müsteşarlığı Bağlama Kütüğü mevzuatına göre önerilen muhtemel seçenekler Kısmet 11, Kısmet 12….!). Denizciliğimizin sembolü yarım asırlık teknenin ismi bir anda KİSMET oluverdi… Sabah akşam denizciliğin gelişmesinden/kültüründen dem vuran, ama ticaret denizciliği dışında olan-bitenden ve amatör denizciliğin Dünyadaki durumundan bihaber Denizcilik Müsteşarlığı’nın bu vasatlığı, duyarsızlığı, amatör denizciliğimizin “anıtı” olabilecek teknelerden birine ve sembol bir amatör denizcimize reva görülenler denizin bittiği yerdi… Sadun Boro, bu “oldu-bittiye” ses etmedi, edemedi, etmek istemedi belki de…
Sadun Boro ve Amatör Denizciler Anıtı
Sadun Boro, Kalamış’ta yapılan ve bir “oldu-bittiyle” kendisine kabul ettirilen “Sadun Boro ve Amatör Denizciler Anıtı”na da ses etmedi, edemedi, etmek istemedi belki de…
Girişimcilerden T.N. Sabah gazetesindeki köşesinde (Sabah Pazar, 8 Mayıs 2011) bu “oldu-bitti” marifetini şöyle anlatıyor: “…bu anıt bir amatör denizcinin fikri, teklifi ve üstüne üstlük maddi katkılarıyla yapıldı” “…Mustafa Aksoy fikir babası olduğu kompleks anıt için önce Ersal Yavi ile anlaştı. Sonra Mustafa Aksoy, Ersal Yavi ve Turgay Noyan’dan oluşan komite Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk’ü ziyaret ederek yer tahsisi ve destek istedi. Eser tamamlanıncaya kadar izin vermeyeceği düşünülerek, Sadun Boro’ya haber verilmedi. Boro, olayı öğrendiğinde geri dönülemez noktaya gelinmişti. Anıtta diğer denizcilerin de yer alması, büyük denizcinin ikna olmasına katkıda bulundu.” “Heykelde ‘kendi teşebbüs ve teknesiyle … dünya seyahati yapmış amatör Türk denizcileri’ de birer rölyefle yer alacak” Peki Sadun Boro’nun iknasında önemli rol oynayan 14 rölyef için anıtta yer alacak denizcilerimizin “hepsinin” daha önce “onayı” alındı mı dersiniz? Dördünün cevabını biliyorum ve cevap tahmin ettiğiniz gibi…
Her şeyi kolayca nesneleştiren/malzeme haline getiren bu zihniyetin rotası, anıt yapımında izlenen yol ve yöntemler/davranışlar üzerine şüphesiz çok şey söylenebilir. Aslında anıtı dayatanların hikâyesi toplumsal-siyasal kültürümüzün de temel taşlarından biri olan sadece neyi kazandığıyla ilgilenen, ama neyi nasıl kazandığıyla ilgilenmeyen zihniyetin de güzel bir örneği. Daha da ötesi zamanın ruhunu yansıtan muhteşem bir “şahane birey” örneği (tanım sevgili Ümit Kıvanç’ın): “kendi dışındaki hiçbir şeye karşı sorumluluğu bulunmayan, herhangi bir değere tabi olmayan, tutarlı olması gerekmeyen, tek referansı kendi keyfi, niyet veya çıkarı olan, bunları da canı istediğinde değiştirebilen, şahane birey…”
Akıntıyla yol almaya aşina amatör denizciliğimizin olanı-biteni pek dert etmeyeceği de söylenebilir. Bu nedenle :“Anıtla ilgili hemen her şey toplumumuzun pek çok bölümüne ders olacak nitelikte…”/ “Kalamış Koyu… bu anıtla… tarihine sahip çıktı…” vb. (a.g.y.) gibi iddiaların “malzeme” avcılarına/arayıcılarına, işbitiricilere katacağı çok şey var…
Basında anıtla ilgili iki değerlendirme yer aldı. Heykel kompozisyonunun, Sadun ve Oda Boro’nun ortak “emeğini” temsil etmediğini ileri süren eleştiriye (Telesiyej, Taraf, 11 Mayıs 2011), Akşam’da Ali Saydam (13 Mayıs 2011) “Bir işin iki lideri olmaz” eleştirisiyle cevap verdi. Telesiyej, 8 kişilik ekibiyle dünya turu yapan Rahmi Koç’un Amatör Denizciler Anıtı’nda yer almasını da “ayrı bir neşe kaynağı” olarak değerlendirilmiş. Peki “bundan sonra dünya turu yapanların rölyefi de anıta ekleneceğine” göre, Dünya turu yapmakta olan ve anıtı yaptıran/anıtın “fikir babası” denizcinin rölyefinin de bir süre sonra anıtta yer alacak olmasına ne demeli?…
Anıt Neyi Temsil Ediyor?
Anıt nedir, Türk insanının anıtla/heykelle ilişkisi nedir diye sormanın yeri bu anıt değildir ama soru yine de porsun ambarında dursun.* Acaba Sadun Ağabeye de ilham veren ve kitaplarını okumamızı (hatta çevirmemizi) önerdiği, Dünyada ilk uzun seyahatleri yapan Slocum(1895)/Voss(1901)/Mulhauser(1920)/O’Brain(1923)/Gerbault(1923)/Pidgeon(1921)/Robinson(1928)/Long(1934) başta olmak üzere söz ettiği daha onlarca denizcinin herhangi bir yerde anıtı var mıdır? Varsa böyle iliştirilmiş rölyefleri de var mıdır? Onu da Sadun Ağabeye sormak lazım…
Oldu-bittiye getirmek yerine bir anıt yarışması yapılsaydı belki Amatör Denizciler Anıtı neyi temsil etmeli/anlatmalı, Borolar’a ayrı bir anıt gerekir, diye tartışmak mümkün olurdu. Örneğin Pupa Yelken’siz, Miço’suz bir Borolar anıtı düşünmek zor.
Ülkemizdeki yaklaşık her dört tekneden sadece biri yelkenli tekne iken, adı “amatör denizciler anıtı” olan bir anıtta sadece yelkenle Dünya turu yapan denizcilerin rölyeflerinin yer alması ve alacak olması, bunun dışında herhangi bir “figürün/sembolün” anılmaması/düşünülmemesi en azından tarihe karşı ayıp/saygısızlık ve cahillik değil midir? Motorlu tekne/motoryat sahipleri, kürek çekenler amatör denizci değil midir? Amatör denizciliğimiz 1968’de başlamadı, örneğin çatı katında inşa ettikleri 6.15 metrelik yole ile 1933’te İstanbul’dan İzmir’e yelkenle giden Harun Ülman ve Behzat Baydar’ın veya yorganını, döşeğini alarak İstanbul’dan Çanakkale’ye futasıyla askere gittiği bilinen Süleyman Dirvana’nın ya da Sinan Everest ve Kader (1951) teknesinin hikâyesi amatör denizciliğimizin hikâyesi değil midir? Türüne/tarzına/imkânlarına/süresine/teknesine/niyetine/yayınına… bakılmadan dünya turunu gerçekleştiren denizcilerimizin portresinin araçsal bir zihniyetle Borolar’ın anıtına rölyef olarak iliştirilmesi; listede yer alma ölçütlerinin ya da listenin (daha doğrusu hazırlayanların…) tutarsızlığının değerlendirilmesi, bazı denizciler niye bu listede, bazıları niye yok, diye tartışılması ise ayrı bir konu.
Bu kadar çapariz olunca anıtın estetik yanını (güzellik, uyum, bütünlük, görünüm…), kullanılan malzemenin kalıcılığını (kalıcı mı, yoksa hızlı ve ucuz bir üretim mi acaba?), yer seçimini değerlendirmek, “kerameti kendinden bilen”, işi “bitirmiş” bir zihniyete ve takipçilerine bu soruları yöneltmek anlamlı olur mu? Taşıyıcı dalgalar çekildiğinde konunun enine boyuna tartışılmasını, hiç olmazsa anıtın adının “uzak yol denizcileri anıtı” diye değiştirilmesini (listede tam tur yapamayanlar da var…) dileyelim.
Pupa Yelken’in Ruhu
Borolar kendi hikâyelerinin peşinde koşarak neredeyse yarım asır önce fakir denizlerimize/denizciliğimize okyanusların/engin denizlerin yolunu açtı. Yıllar sonra bir kez de maaile (küçük Deniz de dahil) Atlantik’i geçtiler ve yıllarca yakın denizlerde dolaştılar. Sadun Boro seyir hikâyelerini kitaplarında anlattı. Kısmet, Miço (ki dünya denizciliğinde kaydedeğer bir seyir rekoru – 50 bin deniz mili- sahibidir…), Oda, Deniz, Okluk Koyu hikâyeleri/Koydaki deniz kızı heykeli… yıllar süren çabaların, “ilk olma/en olma” gibi heveslerden uzak mütevazı bir hikâyenin oyuncularıydı. “Gerçek yolcu, yalnızca gitmek için gidendir.” demişti Baudelaire. Pupa Yelken’in ruhunu böyle bir anıtta aramak nafile bir çabadır.
Dünden Bugüne Dünya Turu ve Amatör/Sportif Denizciliğimiz
Borolar’ın dünya turunu gerçekleştirdiği 1960’larda dünya turu yapan tekne sayısı onlarla ifade ediliyordu. Günümüz imkânlarıyla karşılaştırıldığında seyir hayli meşakkatliydi, tehlikelerle/belirsizliklerle doluydu. Örneğin buzdolabı yoktu ama sekstant vardı, haberleşme kısıtlıydı. Seyri kolaylaştıracak ve güvenli kılacak tek şey denizcilik bilgi ve tecrübesiydi. İktisadi ve teknolojik gelişmeler nedeniyle (örneğin seri tekne imalatı, seyir/donanım teknolojisindeki gelişmeler vb.) zamanla Dünyadaki tekne sayısı hızla arttı. Teknoloji ilerledikçe Dünya turu yapmak daha güvenli ve rahat hale geldi. Şüphesiz her seyrin kendine göre güçlükleri vardır ve açık denizlerde yapılan binlerce mil seyir önemli bir denizcilik başarısıdır. Her yıl yapılan ve yüzlerce teknenin bir arada Atlantik’i geçtiği ARC gibi rallilerle de uzak seyir tecrübesi edinmek mümkün. “Kimse okyanusa çıkmadan okyanus tecrübesi edinemez” der Osman Atasoy.
Denizciliğimiz ne yazık ki dünyadaki bu gidişata paralel bir gelişme göster(e)medi. Kalamış’taki Anıt’a göre son on yılda sadece 8 (sekiz!) teknemiz dünya turu yapabilirken, günümüzde her yıl yaklaşık 4000 (+) amatör denizci teknesinin dünya turu yaptığı biliniyor. Sadece kıyı uzunluğumuz değil, mevcut akarsu/göl/baraj uzunluğumuz da düşünüldüğünde sayılarla ifade edilen amatör/sportif denizciliğimiz gerçekten içler acısı bir durumda. Günümüz rakamlarına göre tekne başına düşen kişi sayısı İtalya’da 105, Fransa’da 101, Yunanistan’da 78, Türkiye’de 2356. (ICOMIA istatistiklerinden aktaran, boatbuilder Türkiye, sayı 24) Komşumuz Yunanistan bizden ~ 3-4 kat, İtalya ~ 12-15 kat fazla tekneye sahip… Mevcut denizciliğimiz içinde “gezi denizciliği” de gelişmedi. Haliyle “bir anıtı hak eden amatör denizcilikten” söz etmek de anlamsız.
Denizciliğimizin bu durumu giderek kanıksandı, pek sorgulanmaz oldu, bürokrasi ve bahaneler fikirleri/projeleri bastırdı. Mevcut durumu sorgulamanın değil, sürdürebilmenin/muhafaza etmenin/parlatmanın,düşünceleri/sembolleri/kurumları/araçları/projeleri/sözcüleri/hanutçuları daha fazla gelişti/destek gördü. Kulüplerimizin gidişatı değiştirecek kayda değer bir fikri ve iddiası olmadı/duyulmadı. Ulaştırma Bakanı/Denizcilik Müsteşarı verilen ADB (amatör denizci belgesi) sayısını her türlü yolla arttırmayı gelişim olarak sundular/değerlendirdiler, tekne sayısından/uluslararası istatistiklerden söz etmez oldular. Mevzuat değişikliklerinde amatör denizcileri ör. Amatör Denizcilik Federasyonu’nu (ADF) kaale almayan bürokrasinin rotası, kendinden menkul/medyatik övgü nesneleri/olayları-projeleri/özneleri yaratmaya ve tektipleşmeye oturdu: İçeriğine bakılmayan kompozisyon yarışmaları /festivaller, binlerce hatta onbinlerce basılan yanlışlarla dolu/intihal denizcilik kitapları (Küçük Denizcinin Elkitabı/Denizcinin El Kitabı) Denizcilik Müsteşarlığı’nda hâlâ yıllık faaliyet olarak kayda geçiyor.
Sonuç olarak, Anıtın denizcilik kültürümüzü incelttiğini, ona yeni değerler kattığını söylemek zor. Anıt, Borolar’ın sembolik anlamlarını da sıradanlaştırıyor. Bu anıtı “Borolar’a, dünya turu yapan amatör denizcilerimize ve amatör denizciliğimize karşı yapılmış bir “hamhalatlık/işgüzarlık” olarak değerlendirmek de mümkün.
*Yeni yayımlanmış bir analitik inceleme kitabı, konunun meraklılarına önerilir: Atatürk Heykelleri, Kült-Estetik-Siyaset, Aylin Tekiner, İletişim Yayınları.
(denizciler@yahoogroups.com , 26 Mayıs 2011)
denizciler@yahoogroups.com’da yukarıdaki yazıya yazılanlara ve sorulanlara cevap (kısaltılmıştır).
Kısmet’in Yekesi
(…) Yazı uzun ama yazılanlar basittir. Yapılanlar Sadun Boro’nun “hak ettiği” değil, ona “reva görülen” bir hamhalatlıktır, saygısızlıktır. Anıtın nasıl yapılabildiği girişimciler tarafından zaten açık açık yazıldı, “tarafların rızasını” alabilmek için yapılanları (şahane bireyi !) eleştirdim. Ama eleştirilen sanki kişilerin özel hayatıymış gibi mailinizde kişisel özelliklerden/ilişkilerden (aile babası vb.) söz etmeniz, konunun başka mecralara çekilme çabasıdır ki bunlar iyi niyetle bağdaşmaz, en azından ayıptır. Kimsenin özel hayatı kimseyi ilgilendirmez; özel hayatın olumlu ya da olumsuz anılması önemli değildir, önemli olan bunların argüman olarak kullanmayı düşünebilmektir. Yazımda eleştirilen, kişilerin yaptıkları iş, kullandıkları yol ve yöntemlerdir. Zebani fıkraları, istim arkadan gelsin/kervan yolda düzülür vb. beylik fıkra ve deyimlerle herhangi bir şeyi tartışmak mümkün olmaz. Mail atıp, sükunetle sorunu tartışmak isteyenlere verdiğim cevapları da özetleyeyim:
1. Verilen 4000 rakamı abartılı değil mi diye sorulmuş, Ekrem İnözü’nün kitabında bu rakamı birkaç yüz olarak verdiği belirtilmiş. İnözü’nün verdiği rakam “tam dünya turu” yapanlara ilişkindir ki bu daha farklı bir ölçüdür. Her dünya turu yapan tam tur yapmıyor. Benim kasdım “tam tur” değil, çünkü bunu ölçü aldığınızda birçok denizciyi (ör. 2 ay Kısmet‘ten uzak kalmak zorunda kalan Oda Boro’yu) anıttaki listeden çıkarmanız gerekir. Ama yine de eleştiride bir haklılık payı var çünkü yazımdaki ifade “…amatör denizci teknesinin dünya turu yaptığı biliniyor.” yerine “…amatör denizci teknesinin gezi amacıyla dünya etrafında dolaştığı biliniyor” olsa daha doğru bir ifade olurdu.
2. Anıttaki Dünya turu listesinin neden tartışılır olduğunu sorulmuş. Sadece bir örnek vereyim: Açıklamalara göre “kendi teşebbüs ve teknesiyle” dünya turu yapanlar anıtta yer alıyor. Rahmi Koç şirketinin üzerine kayıtlı 37.5 metrelik teknesiyle listede yer alabiliyor ama bir arkadaşının 10.5 metrelik teknesiyle dünya turu yapan Ayfer Er listeye giremiyor. (Koç’un teknesi de yabancı bayraklı!)
Sadun Boro/Oda Boro/Miço/Kısmet dünya turu yaptı diye değil, gözümüzü “dünyaya “açtı” diye bu kadar sevildi. Yani Borolar’ın turu diğer turlar gibi sadece bir denizcilik başarısı değildir. Bu dünya turu her açıdan kapalı kalmış bir toplumu dünyayla tanıştırdı, düzenli yayımlanan makaleleriyle sadece denizcileri değil tüm toplumu heyecanlandırdı, sürükledi. Sembolik anlamının tanınırlığının, bilinirliğinin gücü/tekliği/benzersizliği buradan gelir. Bu nedenle başka herhangi bir turla (ör. bir tam turla…) kıyaslan(a)maz, eşdeğer ol(a)maz. Bu turu başka ölçülerin/olayların/gelişmelerin/çaparizli işlerin içine sokmak, onu hiç hak etmediği şeylerle muhatap etmektir. Deniz Guman’ın “anlamlı olan her şeyin içini boşaltmak” tanımı olan biteni yeterince açıklıyor. En azından Kısmet’in “yekesinin” farkında olan, ona sahip çıkan bir amatör denizciliğimiz olsun istiyor/bekliyor insan.
(denizciler@yahoogroups.com, 2 Haziran 2011)
Dünyayı Dolaşan Kadın Denizcimiz Ayfer Er…
Ayfer Er, dünyayı dolaşan kadın denizcilerimizden biri, ancak ne hikmetse Kalamış’taki anıtta ismi yer almıyor. Oysa karşı yakada Ataköy Marina, Marmara Konferans Salonu’nda dünyayı dolaşan yedi Türk denizciye ‘‘teşekkür’’ amacıyla 1999’da konulan ve o yıldan beri orada duran büyük posterlerden biri ona ait ve posterde şu bilgiler yer alıyor:
AYFER ER (1993-1998): Dünyayı dolaşan yedinci Türk denizci olan Ayfer Er, aynı zamanda dünyayı yelkenliyle dolaşan ikinci Türk kadın olma ünvanını da taşıyor. Ayfer Er, 1993 yılında çalışmaya ara verdiği bir dönemde, bir tesadüf sonucu böyle bir seyahate çıkmaya karar veriyor. Göran isimli elektronik mühendisi İsveçli arkadaşıyla, 10,5 metre boyundaki Cantana III isimli İsveç yapımı tekneyle yolculuğa çıktılar. 1993 yılında Datça’da başlayan seyahat 1998 yılında Antalya’da sona erdi.
Ayrıca Ataköy Marina Yat Kulübü (AMYC) 3 Kasım 2001’de Ayfer Er Yat Yarışı Kupası düzenliyor. Bodrum Açıkdeniz Yelken Kulübü (B.A.Y.K.) de dünyayı dolaşan denizcilerimiz adına düzenlediği yarışların bir ayağını “Ayfer Er Kupası” olarak yarıştırıyor (8 Mayıs 2005). Her iki yarışın ödüllerini de Ayfer Er veriyor.
“Bilgi Akışı ve Arşiv Çalışması: Turgay Noyan”
Ancak Ayfer Er, İstanbul’un diğer yakasında dünyayı dolaşmış kabul edilmiyor. Kalamış’ta yer alan anıtta Ayfer Er adı yok. Peki buna karar veren kim? Kalamış’taki anıtta yer alan plaketteki bilgi sorumluyu açıkça belirtiyor: “Bilgi Akışı ve Arşiv Çalışması: Turgay Noyan”.
Trajikomiklik de buradan başlıyor. Aynı şahsın Bodrum’daki B.A.Y.K. yarışı sonrası Ayfer Er ve İsveçli arkadaşı Göran ile yaptığı röportaj “Yazı ve Fotoğraflar: Turgay Noyan” imzasıyla Naviga dergisinde (Haziran 2005, sayfa 82-84) yayımlanıyor. Ayfer ve Göran’ın göğüslerinde “Around the World- Cantana” yazan dünya haritalı kocaman da bir fotoğraflarını çekmeyi ihmal etmemiş arşivcimiz… Ayrıca da soruyor Bay T.N.: “Ayfer hanım, yelkenle dünya seyahati yapmak nereden aklınıza geldi?….” “Yelkenle dünya turunda, Türk denizcisi olarak kaçıncı sıradasınız?…” daha neler neler… okuyucusunu aydınlatıyor yapılan seyahat hakkında… Arşivcimiz bununla da yetinmiyor: 18 Haziran 2005’te bu haberi Sabah gazetesindeki köşesinden (amatör ve deniz/Turgay Noyan) gazete okurlarına şöyle duyuruyor:
Adına kupalar düzenleniyor
Ayfer Er, İsveçli erkek arkadaşı Göran Clarmo ile birlikte sessiz sedasız yelkenle dünya turuna çıktı. Cantana 3 adlı tekneleri 10.5 metre boyundaydı. Kimse farketmeden yolculuklarını beş yılda tamamlayıp Türkiye’ye döndüler. Bodrum Açıkdeniz Yat Kulübü adına bir yarış düzenleyene kadar da böyle bir Türk kadın denizcisinin hemen hemen kimse farkında değildi. Yedi yıldır sessiz sedasız İstanbul’da yaşamını sürdüren Er’i bu hatırlama son derece mutlu etmiş. Hislerini, “Önce bir denizciye sonra da denizlere âşık oldum. Bodrumlu denizcilerin son jesti beni çok mutlu etti ve denizcilerin ne kadar ince ruhlu insanlar olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Denizleri de denizcileri de sevmemek mümkün mü” diye anlatıyor. (Sabah/18 Haziran 2005/amatör ve deniz/Turgay Noyan))
Kalamış’taki Anıtta yer alan Sophie ve Annette (anıttaki ismi yanlış…) belirtilen tarihlerde dünyayı dolaşmadılar. Sophie, Hakan Öge’ye 6 ay sonra, Annette ise Tanıl Tuncel’e 2 sene sonra eşlik etmeye başladı. Ama arşivcimiz sayesinde onlar anıtta yer alabildi. Sormak lazım öyleyse kural şu mudur?: Türk erkeklerinin sevgilileri Anıt’ta yer alabilir, ama bir Türk kadını bir yabancı sevip onunla dünyayı dolaştıysa kendisi dahi anıtta yer alamaz… (…evlilik ve ayrılıklar seferlerden sonradır…)
Duvarlarına panosunu asan Ataköy Marina’dan, adına kupa düzenleyen AMYC’den veya BAYK’tan, röportajlarının yayımlandığı veya haberlerinin çıktığı dergilerden, gazetelerden… Ayfer Er’e sahip çıkılmasını beklemek fazla iyimserlik olur. Yine de bilgi kirliliğine karşı bir şey yokmuş gibi davranmayıp hiç olmazsa Ayfer Er diye dünyayı dolaşmış bir kadın denizcimizin olduğunu hatırlatalım…
(denizciler@yahoogroups.com, 15 Ağustos 2011)