Denizcilik Şişerken Problemleri Tartışmak

Yazı, Pekin Olimpiyatları (2008) dolayısıyla spor kültürü, skor kültürü lumbozundan sorular sorup, denizciliğin gelişmekten çok şiştiğini tartışırken, çıkış yolları arıyor.

Hürriyet’te Temuçin Tüzecan “Pekin Olimpiyatları’nın ardından Türkiye Yelken Federasyonu tartışılmalı” (Orsa, Hürriyet 30 Ağustos, 2008) başlıklı bir yazı yayımladı. Yazısında özetle, başarısızlığın spor yönetiminden geldiğini, yelkene ilginin arttığını, alınan teknelerin içinde yelkenli oranının, örneğin Amerika’nın dahi üzerinde olduğunu,  bunun da yelken sporcusu aday havuzunun büyümesi demek olduğunu belirtiyor ve çözüm de öneriyordu: “Yelken Federasyonu’nun bu haliyle lağvedilip, İngiltere’de olduğu gibi deniz üzerinde teknecilikle uğraşan tüm amatörlerin örgütünü oluşturmak.” Bu yapının federasyona sürekli bir gelir kaynağı yaratabileceğini ve bunun da akılcı bir spor eğitim programı oluşturmakta kullanılabileceğini de ekliyordu.

Yazısındaki birçok görüşe uzak durmama, katılmamama rağmen Tüzecan’ın Orsa köşesindeki yazısını denizciliğin, sporun tartışılması ve yaygınlaştırılması açısından önemsedim. Çünkü bu ülkede herhangi bir problemi enine boyuna tartışabilmek oldukça güç.

Yeni çözüm yolları bulabilmek için olayların (başarısızlıkların) sadece sonuçlarına değil bizi bu sonuçlara götüren nedenlere daha fazla kafa yormak gerektiğine inanırım. Ortaya atılan çözüm önerilerini yeterince tartışmazsak sonuç yine beklediğimiz gibi olmayabilir. Dediğim doğrudur, ya da en iyisi budur demek kolaycılığına düşmeden, önerilen modellerin, çözüm yollarının yeterince tartışılması, sindirilebilmesi ve mutlaka gerçekleştirilebilirliğinin verilerle, projelerle ortaya konması gerekir. Yoksa salt kendi açınızdan, bulunduğunuz konumdan olayları yorumlarsanız sorunları görmek de, mutabakat da zorlaşır. Örneğin Türkiye’de futbol, basketbol gibi en çok para harcanan, en büyük orgütlenme ve organizasyonların olduğu spor dallarında olimpiyat kotası alınamadığı düşünüldüğünde, ya da kota alan 36 sporcunun 6’sının yelken sporundan geldiği söylenerek başarıdan da söz etmek mümkün.

Bu yazıda ileri sürdüklerim aslında daha uzun bir yazının girizgahı niteliğinde. Çünkü denizciliğin “şişmesi” denizcilikle ilgili ticaretin denizcilikten hızlı gelişmesiyle de, denizcilikteki bilgi, uzman, fikir, proje… yoksunluğuyla da yakından ilgili. Bunları örnekleriyle yeterince açmak gerek. Örneğin içersinde birkaç denizcilik teriminin geçtiği, denizciliğe ilgiden faydalanarak popüler olmaya çalışan bir romanı “deniz edebiyatı” diye pazarlamak, gazetede-dergide bu kitaba sayfalar ayırmak, fuarlarda imza günü düzenlemek belki çok şeyi “şişirir” ama bu sahtecilik, bu edebi ve entelektüel fukaralık denizciliği geliştirmez. Acaba bu şişkinliğin yeterince farkında mı değiliz, yoksa gerçek sorunlarla uğraşmanın hiçbir medyatik cazibesi mi yok ? diye de düşünmeden edemiyor insan.

Tabii tartışılacak konuşulacak sorun, konu çok ama rotamızı Olimpiyatlar vesilesiyle spor kültürüne çevirelim.

Spor Kültürü Değil Skor Kültürü

Sadece yelkencilik değil, diğer spor dallarının akibeti de düşünüldüğünde, neden spor kültürü değil de skor (veya madalya/kupa) kültüründen fazla bir şey yaratamadığımızı (ki onu da beceremediğimizi) sporcu yetiştiremememizin, farklı spor dallarında faaliyet gösteremememizin nedenlerini araştırmak, tartışabilmek daha ufuk açıcı olabilir. Şüphesiz amatör denizcilik için birçok spor yönetim modeli önerilebilir. Tüzecan’ın önerdiği İngiltere örneği ya da Olimpiyat sonrası ilgili bakanın da söylediği “yetenekli çocukları belirleyip, disiplinli bir çalışma” ile madalya sayısını arttırmak gibi. Önemli olan karar öncesi bunların avantajlarıyla, zaaflarıyla birlikte tartışılıp, araştırılmasıdır. 1992 Olimpiyatları için ülkemizde uygulanan “yetenekli çocuklarla disiplinli bir çalışmayla madalya” hedefinin neden yetersiz kaldığını; ya da İngiltere’deki örgütlenme gücünün arka planını iyi araştırmak gibi. Örneğin İngiltere’de RYA, 400 gönüllü ve 80 ücretliyle çalışıyor, üyesi 1600 kulüp var, her yıl 100 bin kişiye eğitim veriyor, denizden kendi keyfi için yararlanan 7 milyon kişinin çıkarlarını temsil ediyor, koruyor…

Özerk bir federasyon modeline geçilmekle birlikte (TYF) özerkliğin tabandan gelen, yani “alınan”  değil “verilen” bir özerklik olduğu unutulmamalı. Daha “muktedir bir özerklik” için Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü modelinin zaaflarını ( kendisini, öncesini ve sonrasını / Türk İdman Cemiyetleri İttifakı / TİCİ-1922; Türk Spor Kurumu / TSK-1936; Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğü / BTGD-1938), devletin spora bakışını, kulüplerin buradaki işlevini yeterince tartışmak, tartıştırmak, sorgulamak gerekir düşüncesindeyim. Karar mevkiinde olanların bahaneler üreterek durumdan şikâyetçi olmaları değil, mevcut sorunların üstesinden gelecek çareler, çözüm yolları üretmeleri beklenir.

Denizcilik Gelişmiyor Şişiyor

Birçok veriye bakıldığında denizciliğin “gelişmesinden çok şişmesinden” söz etmek bence daha doğru. Gelişme bir orman ortamıysa, şişme ortamın sadece yeşillenmesidir. Orman ortamı için mikro organizmalar, böcekler, sürüngenler, yeraltı ve yerüstü su kaynakları, bitkiler, ağaçlar, toprak vb. birbirini besleyen bir ortam (fauna/flora) söz konusuyken, sadece ağaç dikerek (ör. bir madalya alarak…) bir alanı yeşillendirmek de mümkündür. Denizciliğe olan ilginin sadece sayısal bir artış olarak kalmaması, kalıcı olması yeşillenmeyle değil, orman ortamıyla mümkündür. Ama gidişat sorgulanmaz, yeni açılımlar geliştirilmezse ormanın derinliklerinde/engin denizlerde değil, yeşilliklerde/sığ sularda seyretmemiz kaçınılmaz olur.

Denizcilikte genel kanı sürekli devlet desteği beklemek, devletin gelişmeye engel olduğu hatta külüplere köstek olduğu yönündedir. Ama birçok konuda kulüplerin haline baktığımızda bunun başlıca sorumlusunun devlet olduğunu söylemek zor. Ve bu durum paradan, imkandan çok bu konulardaki “fikri yoksunlukla” da ilgilidir. Kurulduğu günden beri sporun (denizciliğin…) sorunlarına eğilen, dünyadaki gelişmeleri takip eden, proje geliştiren, bu konuda yapılmış eski (ör. Denizcinin Günlüğü 2006’da aktarmıştım: “Yelken Kulüplerinde Komodorluk Müessesesi”, Faruk Birgen, Yacht Ekim 1966) ve yeni eleştirilere kulak asan bir kulüp modeli içe kapanmaz, sığ sularda dolaşmaz.  Örneğin literatür takip eden, sporcularına  sunacağı yeterli ve işleyen bir kütüphanesi olan yelken kulübümüz ne yazık ki yok.

Antrenör, antrenman yeterliliği konusunda hiç de uzak olmayan bir dönemden örnek vereyim. İki senedir üzerinde çalıştığımız laser kitabı yazarlarından milli yelkencilerimiz Orkun Soyer ve Alp Alpagut kitapta 1980’lerin sonuna dek   “yelkencilerin parkurun bir tarafında belirgin bir rüzgar avantajı olmadıkça pupa seyrinde dümdüz en kısa yoldan şamandıraya gitmeyi tercih ettiklerini” (böyle de öğretildiğini) ve “yurtdışına çıkıldığında sınıf ayrılığı olmaksızın hemen hemen her Türk yelkencisinin  pupada geçildiğini” belirtiyorlar. Bu durumun ilk defa sponsorlar desteğiyle o zamana kadar Türkiye’de görülmemiş bir tempoyla 1992 Seul Olimpiyatları’na hazırlanan sporcuların birçok uluslararası yarışa gidip yabancı antrenörlerle çalışmaları ve gözlemleri sonrasında birçok açıdan Türkiye’de yelkende bir devrim olduğunu, en azından pupanın bir dinlenme seyri olmadığının ortaya çıktığını ve  daha ciddi antrenmanlar yapılmaya başlandığını anlatıyor. Monitör ile antrenörün farkı bugün de aşılabilmiş, bu konuda uluslararası standartlara ulaşılabilmiş değil. İlginç bir not: Milli sporcularımızdan Alp Alpagut Pekin Olimpiyatlarına iki ülkenin (Finlandiya ve Malezya) birer laser sporcusunun antrenörü olarak katıldı!!!

Bu seneki bir denizcilik sempozyumunda bir kulüp başkanının “amaca ulaşmada en büyük güç deniz kuvvetleri” dediğini duyunca kulaklarıma inanamamıştım. Gazete köşelerinde, dergilerde “kulüp güzellemesi” yapmak yerine ana kaynak olan kulüplerin neden sorunlarını tartışıp çözüm yolları ara(ya)madılarını, birlikte projeler üretemediklerini, neden hala “gaza” kültürüne takılıp kaldıklarını sorgulamak, olayların sonuçları üzerine yakınmak, spekülasyon yapmak değil, bu sonuçlara götüren rotalar üzerine kafa yormak daha anlamlı ve  geliştirici olabilir.

Tüzecan yazısında Türkiye’de yelkenlilerin oranının arttığını, hatta yelkenli yat / motoryat oranında Amerika’yı bile geçtiğimizi iddia ediyor ki rakamlar bu iddiaları pek doğrulamıyor. Türkiye’deki Özel Tekne Kayıt Belgesi istatistiklerine baktığımızda (ki 20 bine ulaştı…) Fransa (%25 yelkenli), İspanya (%15 yelkenli) gibi örneklerin bile gerisinde kaldığımız söylenebilir.

Denizciliğin gelişmesi, nitelikçe zenginleşmesi için model önermek kolaydır ama “sağır” bir tekneye binmemek için olan-bitenin, önerilerin sağlıklı bir şekilde değerlendirilmesi gerekir. Bu tartışmalardan denizciliği, yelken sporunu geliştirecek çözüm yolları çıkması ve bu gelişmelerin diğer spor dallarını da etkilemesinin ilk şartı bu “tartışmaların olabileceği ortamların yaratılması ve korunmasıdır.”

Bugünlerde sorunların tartışılması, çözüm önerilerinin ortaya konması için önerilen “spor şurası” modelinin, eleştiriye kapalı geçmiş örnek ve uygulamaları dikkate alındığında (ör. bakanın  önünde bakanlık uygulamalarını eleştirmek/eleştirebilmek, can alıcı sorular sormak /cevap alabilmek ne yazık ki mümkün olmuyor…)  zaafları olan zayıf bir model olduğu söylenebilir.

(Yacht, Ekim 2008)

Similar Posts